top of page

"Kendini Bil" - "Nosce Te İpsum"


Kaba tabirle, antrenman yapmak; kendini çeşitli zorluklara adapte etme fikrini barındırıyor. Kendini derken de "kendin" beden ve ruhun bir bütünü.


Yani antrenman ve spor kavramı insanı bir öğretiye götürüyor.


Bu öyle yaman bir öğreti ki, son derece vahşi bir durum içerisinde bile son derece saygı içeren duruşlar sergilemeye uzanıyor.


Neyi kastediyorum, örneklendireyim;


Güreşeceksiniz ve az sonra sırtını yere getirmek istediğiniz kişiyle önce selamlaşıyorsunuz. Önceden anlaşılan birçok kuralın içerisinde kalarak onu alt ediyorsunuz. Sonra da birbirinizi kutluyorsunuz. Sarılıyorsunuz. Tebrik ediyorsunuz.


Seyirciler ellerinde içecekleri ile güreşçileri destekliyor. Orada mükemmel bedenleri ile, insanın en üst sınırlarında olan bir performans izliyorlar.


Ne güzel bir hikaye değil mi?


Peki neden güzel bir hikaye?


Çünkü burada bedensel olarak yapılan insanın üst sınırlarında olan bir performasın yanında karşındaki rakibine duyduğun saygı var. Bu saygıya götüren öğreti bu işe değer ve anlam katıyor. Bu saygı olmadan da performansın hiçbir değeri ve kıymeti kalmıyor.


Bu performansın ruhu var. Ruhu da saygıdan geçiyor.


İşte spordaki rekabet kavramını bu şekilde okuyorum. Rakibi alt etmek değil. Ona saygı duyarak kazanmaktan bahsediyorum.


Günün sonunda burada yapılanlar izleyicilerin ellerinde içecekleri ile izledikleri, etkilendikleri bir eğlence, gösteri, entertainment... Bu eğlenceyi nasıl içi dolu hale getiririz? Tabii ki rekabeti doğru kullanarak.


Rekabet bir ateş gibidir. Bu ateş ortada yanar. Eğer doğru kullanırsak modern yaşamdaki gibi bizi ısıtır, karnımınız doyurur. Ama bu ateşi kontrol edemezsek bizi mahveder. İşte bu ateşi kontrol etmek gerekli.


Bu ateşi kontrol etmek için de yüzyıllar öncesinde bir taşa bir not almışlar belki de;


Delphi'de Apollon Tapınağı'nın girişinde altınla yazmışlar: "Kendini Bil"


Sporcu önce kendini bilmeli. Önce kendi değerlerini tanımlamalı. Bu değerleri ile hareket etmeli. Yense de yenilse de bu bir simülasyon, bu bir kurgu, bu bir oyun, bu bir eğlence...


İstediğin kadar milyon dolarlar etsin bir sporcu, neticede kendini gösterdiği yer, elinde içeceği ile oturduğu yerde onu izleyen insanlar olduğunu bilmeli.


Bunu bildikçe, kendini bilmeli, kendini bildikçe büyümeli, büyüdükçe saygınlığı artmalı, saygınlığı arttıkça gerçek bir efsane olabilir.


Çok yetenekli sporcular var. Rakiplerini alt eden sporcular var.


Ama bütün "efsane sporcular" bedenen çok iyi olmasının yanında, kendini bilme yolcuğunda da oldukça yol kat ettiğini, önce kendine saygı duyduğunu, sonra rekabeti saygıyla harmanladığını görebiliriz.


Peki biz bu yapbozun neresindeyiz?


Yetişkinlik döneminde yapılan sporda gösterdiğimiz tepkileri aslında günlük hayatımızda kendimize ve yakınımızdakilere de gösteriyoruz.


Antrenmandaki davranış ya da düşünce kalıplarımızın aynılarını işimizde de, özel hayatımızda yapıyoruz. Eğer antrenmanda kendini bilirsen, hayatta da kendini biliyorsun.


Neticede spor; bir oyun, hayat ise gerçek.


Spor bize kendimizi bilme fırsatı sunuyor.


Oyunda kavramsal olarak mızıkçılık yapıyorsak, yaşamda da mızıkçılık yapma eğilimi göstereceğimizi bilmeliyiz.


Eğer kendimize saygımız yoksa, hocamıza da, kulvar arkadaşımıza da, rakiplerimize de saygımız yoktur. Bakkala, berbere hatta duygusal partnerine de saygımız yoktur.


Anafikirde spor; bizleri insan oluşumuzun basit duygu ve düşüncelerinden çıkarıp daha ötesinde bir mertebeye erişme fırsatı sunuyor. Bu saygı ile, saygıyı rekabetle harmanlama ile, önce kendine saygı duyma ile devam ediyor. Spor tesisinde ister sporcu, ister yönetici, ister antrenör, ister taraftar olalım bunu gerçekleştiremiyorsak sporun "kendini bil" öğretisini kaçırıyorsak zaten yaşamda da bunu kaçırıyoruzdur.


Taha Engin

230 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page